27 Haziran 2010 Pazar

Master Atletizm Türkiye Şampiyonası – 2010 İstanbul Burhan Felek Atletizm pisti…

Sporun her yaşta yapılabileceğini, sporun nasıl bir yaşam sevinci ve
mutluluk getirdiğini en iyi görebileceğiniz yerler master sporcuların
etkinliklerini görmektir herhalde… En iyi örneklerden birisi de
İstanbul'da yapılan masterlar Türkiye şampiyonasıydı.

Master atletleri destekleyen sponsorlar olmadığı için ve ekonomik
krizin de etkisiyle katılım çok yüksek değildi. Buna rağmen çekişmeli
yarışmalar yapıldı. Bu yıl diğerlerinden farklı olarak yarışlar iki
yerine üç gün olarak planlanmıştı. Ben yüksek atlamanın yer aldığı
ikinci gün katıldım. Yarışların sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki
seansta yapılmasının da etkisiyle ortalık sakindi. Kayıt sırasında hoş
bir sürprizle karşılaştım; kayıtı daha önceden internet üzerinden
yapmıştım. Göğüs numaramın yanında soyadım da yazılarak hazırlanmıştı.
Küçük bir detay da olsa sporcuyu onurlandıran bu uygulamayı yaptıkları
için İstanbul Masterlarını kutluyorum.

Yarış her zamanki gibi Büyük yaş gruplarıyla başladı. Hikmet Kandeydi
abimiz 1.15 ten sonra 120 yi geçti ve yarışı tamamladı. Sonrasında
çıta yükselmeye başladı. Yarışın erken başlatılması nedeniyle
yeterince ısınma atlayışı yapamadığım için 1.40 planlamama rağmen
ısınmak amacıyla daha erken başladım. 1-2 atlayış sonrası pas geçerek
1.50 de gerçek yarış başladı Ben ve Metin bu yükseklikleri fire vermeden 1.60 a geldik. 1.60 ı her ikimiz de bir defa düşürdük. Benim klasik hastalığım olan 'çıtaya uzak basmak' yine başıma geldi. Yeterince yukarıya sıçrasanız dahi eğer son adımınızı bastığınız uzaklığı iyi ayarlayamazsanız çıtayı geçemezsiniz. Neyse ki fark ettim ve hakeme de sorarak yine çok uzağa bastığımı anladım.


Sürat, sıçrama, bel bükme, kol atma, kalçayı çekme, son 3 adıma hızlı girme gibi çok sayıda detayı bir kenara bırakıp sadece ayağımı bastığım yeri düşünmek olumlu sonuç verdi ve 1.60 ikinci hakkımda halloldu.

Kışın İzmir'deki salon yarışına 1 ay hazırlanmıştım. Sonuç da iyi olmuştu. 1.65 gibi bizim yaş grubumuzda iyi bir dereceyi geçmiştim. Şimdi 50 yaş grubundayım ve 1.65 in değeri daha da fazla. Ama bu sefer tenis, futbol turnuvaları fırsat vermedi ve hemen hemen hiç atletizm
idmanı yapmadan yarışlara geldim. Bu nedenle, ilk hakkımda geçtiğim 1.65 beni çok mutlu etti. Şimdi hedef bu dereceyi korumak ve Balkanlar…

Metin 1.65'i ikinci denemesinde geçti ve 1.70 i ikimiz de 3 denemede de geçemeyerek yarışı tamamladık. Ben 50, o ise 45 yaş grubunda birinci olduk.

Bunlar olumlu haberler, tabi ki önce onları yazmak lazım. Şimdi de ikinci branş olarak katıldığım 100 metre yazısı ile ilgili izlenimlerimi yazayım… O kadar yol gittikten sonra tek bir yarışa
katılmak kesmiyor insanı. Bu nedenle bir yarışa daha katılmayı deniyorum. Ne yazık ki ikinci bir branşım da yok gibi. 100 metre yine de yapabileceğim bir alan gibi göründüğü için onu tercih ediyorum.


Sprinterlik zor sanat. Kısa mesafede hızlı koşmak insanın genlerinde oluyor. Masterlar yarışlarında çok sayıda atlet koşuyor. Bu nedenle dereceye girmek hiç de kolay değil. Ama olsun; o havayı solumak, takoza oturup tabanca sesiyle fırlamak müthiş. İnsan kendini 20 yaşında hissediyor. Hakemlerin talimatlarını bir çocuk edasıyla uyguluyor.

100 metre yarışları genelde yüksek atlama ile çakışıyor. Eğer yüksek atlama uzarsa 100 metre koşamıyorsunuz. Nitekim geçen sene böyle olmuştu ve ben ikinci dal olarak hakemlere rica edip son anda 400 metre yarışına katılmıştım hayatımda ilk kez. Bu sene hakemler yüksek atlamayı yanlışlıkla erken başlatınca 100 metreye yetişebildim. Çok sporcu vardı. 50 yaş grubunu bir arada koşturdular. Ali Kara ve Armağan Akgül bu dalın favori isimleri. Diğerlerini tanımıyordum.
Ortalıkta ayna olmadığı için hepsini birer dede olarak görüyordum. Aklımda bir sürpriz yapıp 2 sene önce olduğu gibi bir bronz madalya kapmak vardı.

Çıkış işin en zor kısmı. Çömelip bekliyorsunuz; ayaklarınız takozda. Her yanınız ağrıyor, kısacık bekleyiş çok uzun geliyor. Hakem 'dikkaaatt' diye bağırdığında dikiliyorsunuz. Eskisi gibi değil,
tabanca patlamadan çıkarsanız direkt diskalifiye olup atılıyorsunuz yarıştan. 'Ne olur ne olmaz, şu tabancanın sesini duyup öyle çıkayım' derseniz de çok geç kalıyorsunuz. Ben bu çıkış işini hiç beceremem zaten. Yine aynısı oldu; obsesiflik yapıp sesi bekledim ve öne düşmemek için kısa adımlarla hızlanmaya çalışırken önce solumdaki atletin düşüp yuvarlanışını hızlanıp dikildiğimde de diğer atletlerin şimdiden epey ileride olduklarını gördüm. Dedim ya bu iş Allah vergisi… Neyse, daha çok var, fuleleri açar en azından bir kısmını yakalarım. Ali ile Armağan'ı tutmak ne mümkün, almış başlarını gidiyorlar. Diğer morukları geçmek lazım. Yüz metrede, eğer iyi
hazırlanmamışsanız, kaslarınız güçlü, hızlı ve antremanlı değilse ve beyniniz de çok istekliyse bir uyum sorunu oluyor; ruhunuz, beyniniz, aklınız ileriye gitmek istiyor, ayaklar geride kalıyor. Bu da tabii komik bir görüntü oluşturuyor; bir gayret bir gayret sormayın… Şaka bir yana, geçen senenin 13.4 saniyesi çıkmadı tabii. Bir rivayete göre dördüncü, diğerine göre 6. olmuşum; el kronometresine göre 14, elektroniğe göre 14.31 saniye ile bitti.

Tabi ki çok mutluluk verici bir atmosfer ve alınan bir altın madalya (ısırdım dişlerimle; gerçekten altın:)

Şimdi hedef 16 eylül Atina… ama bu sefer biraz çalışmak lazım. Önüne arkasına birkaç gün de eklersek tatil de olur…

Hepinizi bekleriz efendim; bu dünyada moruklar da spor yapabiliyorlar, hem de organize olarak, neşeyle, heyecanla…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder